Kadir GÜVEN'i Yakınları, Yoldaşları Anlatıyor:

 

 

Bir yoldaşı anlatıyor:

KIRK YAŞIN İÇİNDE ÇARPAN BÜYÜK YÜREK

 

18 yıllık devrimci... Cepheli... Kesintisizlik, zorlukları aşmadaki kararlılık, saf ve temiz inanç, samimiyet; ihanetler karşısındaki devrimci tavır, acılar, sevinçler ve sevgilerle dolu bir yaşam; Kadir Güven.

...

Uzun yıllar, önemli görevler alarak sürdürür mücadelesini. 1993 yılında, hareketimizde çıkan ihanet sürecinde, Dersim kırsalına istihdam edileceği kendisine söylendiğinde, sevinçlidir, coşkuludur. Ve ekler; "Yaşadığımız süreç darbecilik sürecidir. Gerillaya gitmek, hareketi sahiplenmektir. Bunun için, hareketimin göndereceği her yere gitmekte gönüllüyüm." Bu coşkuyla ve inançla koşar Dersim dağlarına.

Kırsalda bir takım zorluklarla karşılaşacağını bilir. Ancak O, tüm zorlukları, beklenenden daha kısa sürede iradesi ve inancıyla aşmasını bilir.

"Bir kış vakti yağan, yarım metreye kadar birikmiş karda uzun bir yol yürüdük. Birlikten ayrılırken, karda daha rahat yürüyebilmek için çantalarımızı almamıştık. Kadir Abi, dükkan dediğimiz içi dolu onlarca kilo ağırlığındaki çantasını yanına almıştı. Yol, zorlu ve yorucuydu. Üstelik iz bırakmamak için derede, suyun içinde yürüyorduk. Bu durum, yorucu ve soğuk yolculuğumuzu daha da ağırlaştırıyordu. Biz üç arkadaş, Kemal Abiden onlarca yaş daha gençtik. Ancak, yaşlı olmasına rağmen, bizden daha hızlı yürüyordu. Kemal abinin bu güçlülüğünü gördüğümde şaşırmış ve sormuştum 'Kemal abi sen nasıl yürüyorsun bu karda? Çantanı ver biz taşıyalım yürürken' demiştim. 'Yok canım kardeşim, ben taşırım, fazla ısrar etme' diyerek, çantasını taşımamıza izin vermedi. Biraz yürüdükten sonra boşaltılmış bir köyde mola verdik. Kemal abiye aynı soruyu tekrar sordum. Onun cevabı kısa ve anlamlıydı: 'Bak düşman askeri bizden daha iyi besleniyor ve daha kuvvetli, sıcak elbiseleri var. Ancak bu havada adım dahi atmıyorlar. Sence neden?' Bu soruya 'korkudan' cevabını vermiştim. O ise, 'doğru düşman bizden korkuyor. Ancak, bu onların operasyon yapmalarını da engellemiyor. Bizi düşman askerinden güçlü kılan, inancımız ve güçlü irademizdir. İşte bizi zorlu yollardan yürüten de budur'... "

Evet yoldaşım, inanç ve irade... Buradan aldığın güçle, haykırıyordun kuşatmada “Asıl siz teslim olun” diye.

O, önderliğe de aynı inançla bağlıydı. Düşmanın, önderliğimize yaptığı çirkef saldırılara, yer yer oportünizm de ayrı bir cepheden saldırarak ortak olur. Buna benzer bir olayda, Kemal abinin de içinde bulunduğu müfrezemiz ile dost bir örgütün gerillaları karşılaşır. Çıkan bir tartışmada onların komutanlarından biri, konuşmasında önderimizden bahsederken, sık sık sadece ismiyle hitap ederek saygısızlık derecesinde tartışmayı boyutlandırır. Kimse buna cevap verme fırsatı bulmadan yerinden fırlayarak “Sen önderimizin okul arkadaşı mısın ki, böyle saygısız saygısız konuşuyorsun, sus konuşma” diyerek susturur.

O, bilir ki, önderliğimize yapılan “küçük” de olsa, her saldırı şehitlerimize, yoldaşlarımıza, Parti-Cephe'ye ve devrime yapılan bir hakarettir. Bu bilinçle sahiplenir önderliğini. Ve aynı bilinçle değer verir yoldaşlarına. O'nun, sevecen, sakin ve mütevazi görünümüne aldanıp, yanında bir hata yaptın mı, tavizsiz, sert eleştirilerle karşılaşır, “şok” olurduk. Yapılan yanlışlara, hatalar karşı uzlaşmaz olduğu gibi eğitici yaklaşıp, bize doğruyu göstermesini de bilirdi. Yani yoldaşlarımızın gelişmesine önem verir, ve her fırsatını bulduğunda bir şeyler anlatıp öğretmeye çalışırdı. Aynı amaçla çalışan yoldaşlarını görünce de mutluluğu yüzünden okunurdu. İnsanları böyle çalışmalara teşvik etmek için ilginç ilginç yöntemlere başvuruldu. Bir keresinde, yeni katılan bir savaşçıyla Parti programını çalışıyorduk. Kemal abi sessizce yanımıza sokulup, bize ceviz içi uzattı. Bunu gören diğer yoldaşlar da ceviz içi istediler. Kemal abi, “size yok” deyince, arkadaşlar “neden onlara veriyorsun da, bize vermiyorsun?” diye sordular. Gülerek cevap verdi. “Onlara bakın ne güzel çalışıyorlar, siz boş oturup bir şey okumuyorsunuz, çalışın size de vereyim” diyerek, ince eleştiri de yapardı. Çok basit bir yöntem olarak gözükse de, mantığının özü “gelişmek için çalışana herşey, çalışmayana ise hiç bir şey”di.

Köylere faaliyete çıktığımızda halkla sıcak ilişkiler içerisine çok kolay girip kendi şahsında Parti-Cepheyi sevdirmesini de iyi bilirdi. Halkla sohbet eder, sorunlarına çözümler bulur, yaşlı-genç insanlarla şakalaşır, hasta insanlara ilaçlar verip, ne yapmaları gerektiğini uzun uzun anlatırdı. Halk içerisinde, yaşlı-genç, çocuk, akıllı-deli ayrımı yapmadan değer verirdi insanlara. “Bir köye gitmiştik. Evine gittiğimiz bir köylünün kardeşi deli olduğu için kirli ve pasaklıydı. Ailesi, her şeyini ayrı yaptıkları gibi, yemeğini de ayrı veriyordu. Hele bir de evlerine misafir gelmişse, sofraya yaklaştırmaktan öte, odadan kovuyorlarmış. Biz gittiğimizde, bize de yemek hazırladılar. Sofraya oturduğumuzda, herkesi buyur ettik. Deli olan çocuk dışında herkes geldi. Kemal abi “sen niye gelmiyorsun?” deyince, abisi müdahale edip “o deli yemeğini ayrı veriyoruz” dedi. Kemal abi, abisine kızıp, deliyi kolundan tutup sofraya getirdi. Aile halkı şaşırmıştı. “Bizim ekmek yemediğimiz bir deliyle siz nasıl yiyorsunuz?” demekten de kendilerini alamamışlardı. Kemal abi söze girip, “O insan bilinçli olmadığı için üstü- başı kirli dolaşıyor. Siz böyle yaparak bu insanı ikinci kez cezalandırıyorsunuz. Kaldı ki, biz sizden farklı, lüks içinde yaşayan insanlar mıyız ki, kirden midemiz bulanıp yemek yemeyelim” dedi. Gerçekten samimi ve içten bir insan olduğu için, herkesin saygısını kazanmasını bilirdi. Kemal abiyi tanıyan her köye gittiğimizde O'nu sorup dururlardı. “Kemal amca neden gelmedi? Selam söyleyin.” sözü de hiç eksik olmazdı. O'nu halka çeken, doğal ve sade bir Anadolu insanı olmasıydı.

Verilen görevleri küçük- büyük ayrımı yapmadan, özenle, sabırla ve emek harcayarak layıkıyla yerine getirmeye çalışırdı. Dersim'deki savaşçılarımızın en eski ve tecrübelisiydi. Hiç bir zaman, “ben eskiyim, daha iyi bilirim” deyip böbürlenmezdi. Böyle bir anlayışın izlerine dahi rastlayamazdık. Aksine, yeri gelir elinde defteri-kalemi yoldaşlarına eğitim veren bir öğretmen, yeri gelir elinde iğne ipliği ile dikiş diken bir terzi, yeri gelir elinde kazma kürekle toprak eşen bir işçi, yeri gelir yoldaşının yarasını saran bir doktor, amansız çarpışmalarda vuruşan deneyimli bir gerilladır.

Kırk yaşın içinde çarpan o büyük yüreğin ve bilincin aydınlatıyor yolumuzu. “Canım kardeşim” deyişindeki sıcaklık hala sımsıcak ve taptaze belleklerimizde.

 

***

 

Yoldaşları anlatıyor:

ŞEHİTLERİMİZDEN, KADİR GÜVEN (KEMAL)'den

ÖĞRENDİKLERİMİZ

 

Tarih 11 Kasım 1996.. Yer: Dersim-Paşacık Köyü... İki Cephe savaşçısı, bir köy evinde oturmuş, köylülerle sohbet ediyorlardı. Yaşlıca olanı tarihimizi anlatıyordu. "Bak amca" dedi, "bizim Türkiye'nin her tarafında direnişimiz var. Eğer gerekirse biz de direniş yaratıp o geleneği sürdürürüz" diyordu. Gece gündüze evriliyordu. "Düşman, şafakla birlikte kuşatmıştı Paşacık köyünü. Telaşla Cephe savaşçılarının kaldıkları bahçelerin çevresini tutmaya çalışıyorlardı. Panzerlerini de sürmüşlerdi köyün içerisine. Köylüleri bir araya topladılar. Onlara bahçeleri gösteriyorlardı. "Şimdi nasıl teslim alacağız onları" diyordu bir düşman subayı. Amaçları Cephe savaşçılarını "teslim" almak ve "bakın sizin için savaşanlar nasıl da önümüzde diz çöküyorlar. Ne kadar da korkaklar, bakın da görün" demekti. Bunu başarabileceklerinden emin konuşuyorlardı köylülerle. Kendilerince, halkın Cephelilere duydukları güveni böyle yaparak yok edeceklerdi(!) Ardından panzerleri sürdüler bahçelere, yüzlerce askeri yatırdılar mevzilere. Cepheli savaşçılar kuşatmayı farketmişlerdi. Düşmanın "bakın nasıl teslim alacağız" dediğini de...

Cephe savaşçıları yatmışlardı mevzilerine. "Gelin teslim alabiliyorsanız alın" diyordu her biri. Mutluydular. Halkın tanıklığında bir çatışmaya gireceklerdi az sonra. Bir tarih yazacaklardı ki, halk yakından daha iyi tanısın savaşçılarını. Üç savaşçı silahlarını doğrultmuşlardı hedeflerine. Askerler yaklaşmışlardı Cephelilere. Artık çatışma kaçınılmazdı. Sol omuzuna dayadığı kleşinin tetiğini son kez yokladı Kemal. Zaten emniyeti çoktan açılmıştı "Hadi hadi, biraz daha yaklaşın alçaklar" diyordu. Ve birazdan ilk silah sesleri geldi. "Teslim olun" çağrısına Kemaller silahlarıyla karşılık veriyorlardı. Düşman, Cepheliler karşısında şaşkına dönmüştü. Komutanlarının öldügünü gören askerler bağırıp, ağlamaya başlamışlardı. Onlar da ölümü enselerinde hissetmişlerdi. Analarını, babalarını, karılarını, çocuklarını hatırlayıp, onları bir daha görebilmek için dualar ediyorlardı. Bir asker, "çatışma bitsin de anamı-babamı arayacağım" derken, bir diğeri "karımı ve çocuklarımı özledim. Eğer burada şehit olmazsam, onları arayıp hasret gidereceğim" diyordu. Üç Cepheli şehirlerde yaratılan geleneği kırlara taşıyıp yaygınlaştırmanın onurunu yaşıyorlardı. Bu onurla saat 14:00'e kadar çatıştılar. Düşmana, "asıl siz gelin Parti-Cepheye teslim olun" çağrılarını yapıyorlardı, Hem de "Parti-Cephe sözü veriyoruz" diyorlardı. Kanlarıyla taşlara, "DHKC-SPB" yazıları yazıyorlardı. Yoldaşları gelip alsın diye, silahlarını kanlarıyla "yağlayıp" gömüyorlardı toprağa. Düşmana "imdat" çığlıkları attırıyorlardı.

Üç Cepheli Savaşçı, Paşacık'ta sergiledikleri direnişleriyle halkın korkularını, kaygılarını, da yıkmışlardı. Onlara cesaret verdiler. Haklılığımıza olan inançlarını pekiştirdiler. Direnişin tanığı yaşlı bir amca, "ama biz hiç korkmuyoruz. Çünkü ilk defa böyle bir çatışmayı gördüm ve gururlandım. Eğer teslim olsalardı, halka ihanet etmiş olurlardı. Ama son mermilerine kadar çatışıp öldüler. Ben o zaman, onların halk için savaştıklarına daha çok inandım" diyordu. 12 Kasım '96'da Paşacık'ta, Cephelilerin yarattığı direnişe tanıklık eden halk, dost örgüt savaşçıları, "böyle bir direnişe tanık olduğumuz için gururluyuz" diyorlardı imrenerek. Halkımızı, dostlarımızı gururlandıran direnişin kahramanları Kemal (Kadir Güven), General Cem (Erkan Dilsiz), Murat (Devrim Aslan Güler)'. . Kadir Güven(Kemal), şehit düşmeden bir kaç saat önce halka, "..Türkiye'nin her tarafında direnişimiz var. Eğer gerekirse biz de direniş yaratıp o geleneği sürdürürüz" diyordu. O, söylediğini yapan, yaptığını savunan bir gelenğin savunucusuydu, işte bu geleneği sürdüreceğinin sözünü veriyordu. 11 Kasım gecesinde. Köylülere verdiği sözü, yine o köylülerin gözleri önünde saatlerce çatışarak, kahramanlıklar yaratarak, "ölerek" yerine getiriyordu.

... Söylediğini yapacak kararlılıkta olan kişiliğin tohumları 18 yıl öncesinden atılmıştı. Devrimcilikte kesintisizlik, zorlukları aşmadaki kararlılık, iradeli bir kişilik, ihanetler karşısındaki devrimci tavır, acılar, sevinçler ve sevgilerle dolu kahramanca bir yaşamdı Kadir Güven.

Kadir Güven Anadolu insanının saflığını hep korur. Yaşadığı koşulları, düzeni sorgulayarak ve devrimci şaflara katılarak kendisini aşıp yaşamını devrimci kılar. Kadir Güven, hareketle tanıştıktan sonra eğitim çalışmalarına ve çeşitli etkinliklerimize katılmaya başlar. Artık Devrimci Sol'cudur. Bir yandan konfekesiyon işçiliği yapar, diğer yandan da devrimci çalışmalara katılır. İşten yorgun ve uykusuz dönmesine rağmen tutulan silahlı gece nöbetlerinde hep gönüllüdür. Gece , yazı mı yazılacaktır, afiş mi asılacaktır, bildiri mi dağıtılacaktır, hep O gönüllüdür. Bekar odalarını, işçi hanlarını örgütlemek için atılan adımlarda hep onun emeği vardır. Çalışkanlığı, disiplini, mütevaziliği ve saflığıyla öne çıkmaya başladığı dönem bu dönemdir. 1978 yılında gelindiğinde, O, devrimci çalışma çalışma yürüten yoldaşlarımızdan biridir artık. 1979 yılında sıkıyönetim ilan edilir. "Oligarinin bölge bölge mahallleleri bastığı, terör estirdiği ve cuntaya hazırlık yaptığı koşullardır. Sabaha doğru Süleymaniye'de panzerler ve yüzlerce asker tarafından basılır. Evler, odalar talan edilir. İnsanlar süleymaniye camisinin önünde toplanır ve elleri başlarının üzerinde, yüzleri duvara dönük olarak saatlerce tutulur. Halkın arasında Kadir yoldaş da vardır. Ve orada böyle durmaya ilk o karşı çıkar. Bunun üzerine askerlerce kitlenin önünde dipçiklerle dövülür. Ve ön dişlerinin tümü kırılır. Ama o tavrını koymuştur. Atılgandır.

Kadir yoldaşın atılganlığı bu dönemle sınırlı kalmaz. Cuntanın yapıldığı, halka saldırılıp yılgınlığın örgütlenmeye çalışıldığı koşullarda da atılgandır, hep en öndedir.

O, mahalle mahalle, sokak sokak direnişi örgütlemek büyütmek için gecesini gündüzüne katar. Yer yer düşmanın saldırılarından da nasibini alır. İstanbul'da Çingenelerin oturduğu bir mahalleden geçerken askerlerin bir kadını dövdüğünü görür. Hemen koşup askerin yakasına yapışır: "neden dövüyorsun" diye tepki gösterir. Askerler Kadir yoldaşa saldırarak döverler. Her tarafı kan içindedir. Ancak O, buna aldırmaz bile. Tek amacı kadını askerlerin elinden kurlarmaktır. Bu tavrı çevredeki halkı etkiler. Halk toplanıp çatışarak askerleri mahallelerinden kovarlar. Cunta, bazı devrimcilerde de yılgınlığı, korkuyu yaratmıştır. Bu da onların mücadeleden kaçmalarının gerekçesidir. Bunların içinde Kadir yoldaşın sorumlusu da vardır. O, "sorumlum kaçtı" diye "yapamam, edemem" demez. Tersine mücadeleyi ve hareketi daha İnatla, kıskançlıkla sahiplenir. Kısa bir süre sonra operasyonlardan birinde gözaltına alınarak tutuklanır. Hapishanede de düşmanın onursuz bir yaşam için başvurduğu saldırıları, devrimci kişiliğiyle boşa çıkartmayı bilir. Tutsaklık onun için hareketimizi, önderliğimizi her yönüyle tanıyıp kavrayan, mücadele azmini pekiştiren bir sınav olmuştur. Beş yıl tutsaklıktan sonra özğürlüğüne kavuşur. Yaklaşık on yıl gitmediği köyüne, ailesinin yanına gider. Ailesi gerici ve dindardır. Çocuğunun devrimci olmasını istemezler. Babası bu nedenle onu ihbar edip askere gitmesini sağlayarak mücadeleden uzaklaştırmaya çalışır. Ancak bunu duyan Kadir, köyünden ayrılarak, gidip harekete ulaşır. Uzun yıllar önemli görevler alarak sürdürür mücadelesini. 199S yılında hareketimizde ortaya çıkan ihanet sürecinde Dersim kırsalında istihdam edileceği kendisine söylendiginde, sevinçlidir, coşkuludur. Duygularını şöyle açıklar: "Hareketin, darbe ihanetini temizlemek ve yeniden ayağa kalkmamız için göndereceği her yere gitmekte gönüllüyüm."

'96 yılının Şubat ayında, Dersim İbrahim Erdoğan Kır Silahlı Devrimci Birlikleri'ne katılır. Bu katılımı biraz ilginç olur. Dersim'deki gerillalarımızın da darbecilerden yana tavır aldığını zannediyordur. Gönderilirken de böyle olduğu doğruysa, "hareketten bir haber gelene kadar kendi tavrını açıklamayacaksın" denmiştir. Durumu öğrenip hareketten gelecek talimatlara göre hareket edecektir. Kemal abi Dersim'e geldikten sonra kimseyle bir şey konuşup, tartışmaz. Halen birliğimizin darbeci olduğunu düşünüyordur. Bu düşüncesinden dolayı ilişkilerde gergin ve temkinli davranmaya çalışır. Bir süre böyle devam eder. Daha sonra kendisinin de tanıdığı bir yoldaşınız Dersim'e, komutanlıkla görüşmeye gelir. Kemal abi, Komutana, gelen yoldaşımızla görüşmek istediğini söyler. Nedenini ise belirtmez. Bu yoldaşımızla görüşüp, ''burası darbecilerden yana mı?" diye sorar. Darbeci olmadıklarını öğrenince rahatlar.

 

***

 

Kır Gerilla Birliğinden Yoldaşlarının Anlatımlarından:

 

'95 yılında kış aylarında barınakta kalıyorduk. Kemal abi müfrezemizin eğitmeniydi. Bir çalışma programı çıkartmıştık. Her gün belli saatlerde siyasi eğitim çalışması veriyordu. Çalışmalara hazırlıklı gelirdi. Kendisi konuşur, anlatır, anlattırırdı. Özellikle tarihimizi teferruatıyla biliyordu. Öylesine öğretici, anlaşılır konuyu anlatırdı ki, herkesi çalışmaya katardı. Yoldaşlarının konuştuklarını, öğrendiklerini görünce mutluluktan uçar gibi olurdu. Kemal abi, yoldaşlarını eğitmek istediği kadar da korurdu. Hiç birine bir şey olmasını istemezdi. Birimiz hastalandığımızda, başucumuzda ilk onu görürdük. Masaj yapar, krem sürer, ağrı kesiciler verirdi. Bir an önce iyileşmemizi isterdi. Hastalanmamız için de geceleri kalkar, üstümüzün açık olup olmadığına bakardı. Biz, “Kemal abi, bir şey olmaz” derdik bazen. O ise, “canım kardeşim, bu can sizin değil, Partinindir. Partinin malını hor kullanmamalıyız. Size bir şey oldu mu, Parti bir insanını kaybeder” diyerek gerçekleri kavratırdı. Özellikle hasta, sakat, yaralı arkadaşları canı pahasına sahiplenir, korurdu. Bir müfrezemiz çatışmaya girmişti. Daha önceden ayağı burkulan, yürüyemeyecek durumda olan bir arkadaşımız vardı, Onu çatışma alanından adeta “koltuk değneği” olarak çıkarmıştı. Emirgan çatışmasında da benzer tavırlarını görmek mümkün. Çatışmada arkasına mevzilendiği kaya kurşun almıyordu. Yakınında mevzilenen bir kadın yoldaşımızın mevzisi ise kurşun alıyordu. Kemal abi, yoldaşı kendi mevzisine getirip yerleştirdi. Kendisi de başka bir sağlam yerde mevzilenmek için oradan ayrıldı. Biraz uzaklaşmıştı ki 'yanına bir havan mermisi düştü. Bu patlama sonrasında sağ dizinden ve kulağından yaralandı. (Ayağına bir şarapnel saplanmştı. Bu şarapneli bir yıl ayağında taşıdı. Daha sonra yapılan küçük bir ameliyatla şarapnel çıkarıldı. Kemal abi bu şarapneli Emirgan direnişinin anısı olarak saklıyordu. )

Kemal abi yoldaşlarına değer verirken bir ölçüsü vardı: “Benim için insanlar Partiyi ne derecede korur, sahiplenirse o derece değerlidir”.

O, tüm halka da değer verirdi. Yaşlı kadınlardan çocuklara kadar her yaştan insanla kısa sürede çok sıcak ilişkiler kurardı. Onların gönüllerini fethederdi. İnsanların kişilik yapılarını hemen çözer, ona uyğun ilişki kurardı. İlişkilerinde laubaliliğe kesinlikle müsade etmez, mutlaka sınır koyardı. Konuşurken halka tepeden bakmadığı gibi, tumturaklı sözler de kullanmazdı. Böyle yapanlarımzı a sert bir dille eleştirirdi. Halkın anlayabileceği bir üslüp kullanırdı. Bizi, tarihimizi, şehitlerimizi ve direnişlerimizi anlatır, onların bizi tanımasını sağlardı. Sohbet ettiği her insanın üzerinde iz bırakırdı.

O, halkı sadece ajitasyonla, konuşmayla örgütlemeye çalışmazdı. Halkın kültürünü, yaşamını, değer yargılarını, hatta beğenilerini öğrenmeye büyük bir önem verirdi. Çünkü O, örgütlenmek için, halkı her yönüyle tanımanın zorunlu olduğunu bilirdi. Halka bazen gazetelerimizi, bazen Grup Yorum, Ruhi Su'nun kasetlerini veriyordu. Amacı sıcak, samimi bir ilişki kurmanın önünü açmaktı. Bazı zamanlarda ise halk türkülerini söyler, onların duygularına seslenirdi. Kemal abi Ruhi Su'yu çok seviyordu. Onun kasetlerini dinler, dinlettirmeye çalışırdı. Halkın dinlediği, önem verdiği, kendisini içinde bulduğu halk türkülerini söylerdi. Köylülerin sağlık problemlerine müdahale eder, ilaç ve tavsiyelerde bulunurdu.

 

***

 

Kurtuluş Dergisi 'Yoldaşlar Bizi Aşın' Köşesinden:

“ANADOLU İNSANI”

 

Kadir Güven yoldaşımız Malatya Pötürge doğumluydu. Yani Anadolu'lu. Ama da milyonlarca insanımız gibi kendini İstanbul'da bulmuştu. Gençlik yılları İstanbul'daydı. Yani metropol bir kentte büyümüştü. İki kültür O'nun üzerinde çatışma halindeydi: Doğduğu toprağın kültürü ve doyduğu toprağın kültürü.

Gerek İstanbul'da mahallelerde ve işçi alanında ve gerekse de Dersim'de gerillada birlikte olduğu tüm insanlarımız O'nu anlatırken hep şu iki kelimeyi kullanırlar: “Anadolu insanıydı.”

Evet, bugün İstanbul'un yarısı, hatta yarısından da fazlası Anadolu'ludur. Ama mesele yalnızca coğrafi olarak Anadolu'dan gelmiş olmak değil, metropol bir kentin, Anadolu kültürünün tüm olumlu değerlerini yok etmeyi amaçlayan kuşatmasına karşı direnebilmek, büyük kentin yoz kültürünün saldırısına karşı Anadolu'luluğu savunabilmekti. Kadir bunu başaranlardan biriydi. Böyle olduğu içindir ki, belki hayatının İstanbul'da geçirdiği bölümü daha uzun olmasına karşın O hep “Anadolu'lu” olarak hatırlanıyor.

Anadoluluğu, kendini halk sevgisinde, yoldaşlarına bağlılığında ve emekçiliğinde gösteriyor:

“Çantanda yoldaşların için gerekli olan malzemeleri taşıyacak kadar fedakardın. Devrim hamalıydın. Bize lazım olan şey senin çantanda bulunduğunda büyük bir zevkle verirdin. Bu seni mutlu etmeye yeterdi.

Halkını ne kadar da çok severdin. Onlarla sohbet etmek, onları anlamak senin için bir görevdi.”

Gerilla yoldaşları böyle yazmıştı onun için. İşçi hareketi içinde çalışırken de, konfeksiyon işçileriyle birlikte çoğu kez bekar odalarında kalırdı. Bu dönemine ilişkin anlatımlarda belirtilenlerin bir kısmı da şöyle: “Bekâr odalarını, hemşehrilerinin olduğu yerleri birlikte paylaştık. O sağlıksız koşullara rağmen Kadir yoldaş, orada olan insanlara karşı hep özenli ve toparlayıcıydı.”, “İşten yorgun ve uykusuz dönmesine karşın, tutulan silahlı gece nöbetlerinde hep gönüllü olmuştur. Gece yazı mı yazılacaktır, afiş mi asılacak, bildiri mi dağıtılacaktır, hep gönüllüydü.”

Mücadeleye 80 öncesi Devrimci Sol saflarında katılmıştı. Ama onu “değiştirmek” gerekmiyordu, halk özelliklerini korumuştu zaten. Halk ve yoldaş sevgisini O gerçekte doğduğu topraklardan alıp getirmiş, Devrimci Sol'da yeniden biçimlendirmişti.

Anadolu kültürü, gerçekte artık bir coğrafyadan çok, halkın, kaynağını Anadolu isyanlarından, Anadolu'nun paylaşımcılığından, milliyetler, mezhepler arasındaki kardeşliğinden alan olumlu değerlerinin adıdır. Başka bir ifadeyle Anadolu kültürü, halk kültürünün diğer adıdır. Kadir için söylenenler bu kültürün köşe taşlarını da gösterir bize:

Metropolde, düzenin çok yönlü kuşatması altında bozulmadı, kaybolmadı, Anadolu insanının saflığını hep korudu... Mütevazi, sade, disiplinli, çalışkan...

Kadir işçi sınıfının proleter özellikleriyle, halkın bu özelliklerini taşıyan bir Devrimci Sol savaşçısı olarak “Anadolu insanı” sıfatıyla anılmaya layık olmuştur. “Halklaşmak” deyince ne kastettiğimizi somutlamakta zorluk çekenler Kadir ve onun gibi yoldaşlarımıza bakabilirler.

 

(Bu anlatım, Halk için Kurtuluş dergisinin 8 Kasım 1997 tarihli 54. Sayısında, “Yoldaşlar Bizi Aşın” köşesinde yayınlanmıştır.)

 

 

Geri